10 Eylül 2017 Pazar

VAKIF BAŞKANIMIZ İLHAMİ NALBANTOĞLU'NA VERİLEN TEŞEKKÜR BELGELERİ

   VAKIF BAŞKANIMIZ 
İLHAMİ NALBANTOĞLU'NA VERİLEN TEŞEKKÜR BELGELERİ VE SERTİFİKALAR
Başbakanlık Müsteşarı Dr. Füsun Koroğlu Tarafından Verilen Teşekkür Belgesi
Başbakanlık Müsteşarı Dr. Füsun Koroğlu Tarafından Verilen Teşekkür Belgesi
Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel Tarafından Verilen Teşekkür Belgesi
Prof.Dr. İsa Kayacan'ın Anma Günü Nedeniyle Verilen Onur belgesi
Ulaştırma Bakanlığınca Verilen 9. Ulaştırma Şurası Katılım Belgesi
Avrupa Birliği Proje Döngüsü Katılım Sertifikası
Başbakanlık Ortak Değerlendirme Eğitim Sertifikası
Deprem Şürası Katılım Sertifikası
VII. Uluslararası Van Gölü Havzası Sempozyumu Katılım Sertifikası
Ulusal Afet Yönetimi Katılım Sertifikaası
Erzurum Atatürk Üniversitesi Tarafından Verilen Teşekkür Belgesi

Güzel Sanat Eseri Sahipleri Meslek Birliği Tarafından Verilen Şükran Belgesi
Güzel Sanat Eseri Sahipleri Meslek Birliği Tarafından Verilen Şükran Belgesi
GESAM Tarafından Verilen İran Sergisi Teşekkür Belgesi
Hürriyet Gazetesi Tarafından Verilen Okur  Meclisi Belgesi
İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği Tarafından Verilen Teşekkür Belgesi
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Tarafından Verilen NATO  Kriz Yönetimi Katılım Belgesi
Uluslararası Van Mutfak Kültürü Sempozyumu Teşekkür Belgesi
Uluslararası Türk Ermeni İlişkileri Sempozyumu Teşekkür Belgesi
Avrupa Birliği Türk Yerel Medya Semineri Katılım Belgesi
Bulgaristan'ın Varna Kentinde Açılan Sergi Katılım Sertifikası

Başbakanlık Müsteşarı Hasan Celal Güzel Tarafından Verilen
 Teşekkür Belgesi













15 Ağustos 2017 Salı

BİR AHLAT SEVDALISI DAHA ARAMIZDAN AYRILDI NAZAN SEZGİN’İ KAYBETTİK

BİR AHLAT SEVDALISI  DAHA ARAMIZDAN AYRILDI; NAZAN SEZGİN'İ KAYBETTİK
Nazan Sezgin, Ahlat’ta Hükümet Tabipliği yapan Dr.Cavit Sezgin Bey’in iki kızından biriydi. Nazan Hanım Ahlat’ta dünyaya geldiği için, inanılmaz bir Ahlat sevgisi ile dolup taşıyordu.
Her ortamda, her toplantıda Ahlat adını gündeme taşımaktan büyük zevk alır gurur duyardı. Ahlat konularında çeşitli medya organlarında çok sayıda yazıları, makaleleri yayımlanmış, Ahlat ile ilgili konferanslar vermişti.
Ahlat Gazetesi’nde de pek çok kereler yazıları yayımlandı. Ahlat’ı görmek için yanıp tutuşuyordu. Bu konuda ona bir söz de vermiştik, sözümüzü yerine getirme fırsatını bir türlü bulamadık ve aramızdan ayrıldı.
8 Mayıs 2008 tarihinde Ankara’da Altınpar’ta Vakıflar Haftası kapsamında geniş katılımlı bir kültürel etkinlikte Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı olarak bir sergi açmıştık. Sergi, Ahlat ve Bitlis’in tanıtımı ağırlıklı bir konsep içeriyordu.
Çok yoğun bir duygu seli yaşanıyordu, bir ara kalabalığın arasından sıyrılarak bize doğru gelen uzun boylu esmer bir bayan “Ben de Ahlatlıyım” diyerek söze başladı.
Sevgiyle karşıladık, ikramlarda bulunduk, memnuniyetini dile getirdi ve bize Ahlat’lılık serüvenini anlatmaya başladı. Biz de öyküyü ilginç bulduğumuz için can kulağıyla dinlemeye başladık.
“Benim adın Nazan Sezgin. Ben de Ahlatlıyım, ancak Ahlat’ı hiç görmedim. Burada Ahlat adını görünce büyük bir heyecanla koşarak buraya geldim.
Benim babam Dr.Cavit Sezgin 1949 yılında Ahlat’a Hükümet Tabibi olarak atanmış. Yeni evli olduğu annem Sevim Hanım’ı da alarak Ahlat’a gitmişler. O günün koşullarında küçük bir ev tutup görevlerini yapmaya başlamışlar.
Bir gün Ahlat’a karı-koca bir yabancı çift gelmiş.  İngiliz vatandaşı olduklarını, İngiltere’nin İstanbul Konsolosluğundan geldiklerini söylemişler. Ahlat’ta o dönemde konaklama tesisleri olmadığı için, durumu uygun olan bir ailenin evlerinde konaklamaları uygun görülmüş. Bu koşullara uygun olan aile ise, yeni evli, pırıl pırıl bir aile olan Hükümet Tabibi Dr.Cavit Bey’in evi tercih edilmiş.
Konuklar burada günlerce kalıp ağırlanmışlar. Gördükleri ilgi ve itibardan dolayı oldukça memnun kalmışlar. Bu memnuniyetin verdiği güven olmalı ki İngiliz çift sonunda gerçek amaçlarını açıklamışlar.
Biz İngiltere’nin İstanbul Konsolosluğundan geliyoruz. Ermeniler, Birleşmiş Milletler’e başvurarak, Doğu Anadolu’da kendilerinin eserlerinin olduğunu, inanmıyorlarsa gidip yerinde görebileceklerini bildirmişler. Biz bunun için buradayız.
İngiliz Hükümeti, bu asılsız iddiayı araştırmak için bu iki ajanını Ahlat’a göndermiş. Bu bilgiyi alan Ahlat Hükümet Tabibi Dr.Cavit Bey, durumu derhal dönemin Ahlat Kaymakamı Kenan Aybek’e bildirmiş.
Kaymakamlık, bu iki İngiliz ajanına bir araç ve bir de rehber tahsis ederek, Ahlat’taki Dünyanın en büyük İslam mezarlığı olan muhteşem tarihi alanların gezdirilmesini sağlamış.
İngiliz ajanlar, bu asılsız iddiaların gerçek olmadığına kanaat getirerek, gördükleri bu itibarlı günlerinin ardından Ahlat’tan ayrılmışlar. Ayrılırken konuk olarak kaldıkları ev sahiplerini İstanbul’a davet etmeyi ihmal etmemişler.
Dr.Cavit Sezgin Bey,  Ahlat’taki hizmetlerine devam ederken, Ahlat’ın o dönem ileri gelenleri dönemin politikacılarına şikayet etmişler. Bu sırada Cavit bey’in eşi Sevim Hanım sekiz aylık hamile imiş. Dr. Cavit Bey’in tayini sürgün olarak Urfa’nın Viranşehir İlçesine çıkmış. Oraya gidişlerinin hemen ardından hemen Nazan Hanım dünyaya gelmiş.
Nazan Hanım; ben Ahlat’ta doğmadım ama kendimi Ahlatlı sayıyorum. Ahlat’ı hiç görmedim, Ahlat Selçuklu Mezarlığı’nın korunması, geleceğe taşınması için büyük mücadele vermekteyim. Konu ile ilgili olarak çeşitli mercilerle yazışma halindeyim. Bir gün Ahlat’a gitmek ve orada bir konferans vermek en büyük idealimdir, diyor.
Nazan Sezgin Hanfendi, entelektüel bir Türk aydını, bundan böyle yazıları, fikirleri ile Ahlat Gazetesi’nde olacak. Siz değerli okurlara hitap edecek.
Hoş geldiniz, Saygıdeğer Nazan Sezgin Hanfendi.”
İşte böyle bir Ahlat sevdalısıydı Nazan Hanım. Ahlat ile ilgili nerede bir haber çıksa, nerede bir yazı yayımlansa, olumlu olumsuz ne gibi bir gelişme olsa ilk işi bizi bilgilendirmek olmuştur.
Gerektiği zaman olumsuz yanıtlara karşılık vermek için mücadele vermiştir. Ahlat’a toz kondurmamıştır. Ahlat sevgisi ile yanıp tutuşmuştur. Bu sevgisini bildiğimiz için kendisine defalarca Ahlat’a gitme sözü vermemize karşın bu görevimizi yerine getirme şansımız olmadı. Bu yüzden kendisine borçlu olduğumuzu biliyoruz.
Ne var ki Nazan Hanım’ın bu Ahlat sevgisine bizler de onun adına kaldığı yerden devam etme sözü vermekteyiz. Her ortamda, her platformda onu anarak borcumuzu ödeme çabası içinde olacağız.
Nurlar içinde uyu Nazan Hanım…

12 Ağustos 2017 Cumartesi

"BİTLİS SOKAKLARINDA", (VII. Uluslar arası Van Gölü Havzası Uluslar arası sempozyumu; Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı)

BİTLİS SOKAKLARINDA
Çok değil, bundan en fazla 1-2 yıl kadar önce, Bitlis’te böyle bir bilimsel toplantı yapılabileceğini kimse hayal bile edemezdi.
Bitlis Eren Üniversitesi’nin koordinatörlüğünde, İstanbul Üniversitesi, Bitlis Valiliği, Bitlis Eğitim ve Tanıtma Vakfı, Bitlis Belediye Başkanlığı, Taç Vakfı ve Türkiye Mimarlar Odası Van Şubesi’nin katılımlarıyla VII. Uluslar arası Van Gölü Havzası  Uluslar arası sempozyumu mükemmel bir organizasyonla gerçekleştirildi.
Tam tamına, 89 akademisyen, araştırmacı, öğretim görvlisi, gazeteci ve yazarın katıldığı, dört gün süren bu bilimsel toplantıda, gerek Bitlis’in, gerekse Van Gölü Havzası’nın pek çok sorunu, geleceğe yönelik hedefleri, bilimsel bir yaklaşımla masaya yatırılarak tüm yönleriyle mercek altına alındı.
Sempozyumun ilk üç günü, Bitlis Eren Üniversitesi salonlarında, son günü Ahlat Kültür Merkezi’nin yeni yapılan muhteşem salonunda gerçekleştirildi. Bu nedenle de, Ülkenin çeşitli yerlerinden gelen akademik kadro, Ahlat’ın muhteşem Kültür Merkezi binasını görmüş oldular. Bbölgenin gurur kaynağı olan bu merkez. Geniş mekanlar, kütüphane, sergi salonu, konferans salonu büyüledi konukları.
Ahlat Kültür Merkezi’nin yapılma önerisini, 90’lı yıllarda Ahlat Kültür Vakfı tarafından gerçekleştirilen, “Ahlat Kültür Haftası” etkinliklerine katılan akademik heyet tarafından Kültür Bakanlığı’na gönderilen ortak imzalı bir talep tutanağı üzerine yapılmış olduğunun da altını çizmek gerekiyor.
Sempozsumun  ardından, değerli dostum Sayın Dr.Yaşar Kalafat Bey ile Bitlis sokaklarında gezelim diye, konakladığımız Şeyh Muhammed Küfrevi dergahından yola çıktık. Sokakların bakımsızlığını konuşurken, bir anda öğrencilik yıllarımızda, Naci Yılmaz, Mensur Tunç ve Cengiz Çiroğlu ile birlikte kaldığımız evin önünden geçerken, evin harabeye dönmüş hali karşısında üzüntümüzü dile gerirken, resmini çekmeye yeltendik. Karşı köşedeki bakkalın önünde oturan iki kişi tedirgin oldular. Niye resim çekiyorsunuz  dercesine seslerini yükselterek tepkilerini belli etmeye çalıştılar. Yanlarına gelip durumu izah ettik. Bu kez ısrarla bir çaylarını içmemizi istediler, teşekkür ederek ayrıldık.
Eski Yıldız Sinemasının önünden Nur Caddesine doğru yürümeye başladık. Bitlis’in eski halini Sayın Kalafat’a anlatmaya çalışırken, yanımıza yaklaşan bir delikanlı, Bitlis’in eski ve ünlü kişi ve esnafı hakkında bizi bilgilendirdi. Teşekkür ettik.
Eski otobüs terminalinin yanından geçerken Paşa Hamamının önünde bir çocuğun elinde bir olta ile akan Bitlis Deresi’nde balık tutmaya çalışıyordu, yaklaşarak sorduk; Buradan balık çıkıyor mu ki? Yanıtı ilginçti; Evet Abi, dün 20 tane tuttum. Bir dereye baktık, bir de çocuğa, bir daha dereye baktık. Deredeki pislik karşısında, gözlerimize de duyduklarımıza da inanamadık. Eğer bu dere, bu haliyle Bitlis insanına balık veriyorsa, kim bilir temizlendikten, şarıl şarıl akmaya başladıktan  sonra, daha neler neler verir, Allah bilir. Çocuğa resmini çekip, gazeteye koyacağımıza dair söz verdik, sözümüzü yerine getirdik.
İki yanına arabaların park ettiği dar caddeden aşağıya doğru yürümeye başladık, bir süre sonra eski tarihi Belediye Binası’nın önündeydik. Eski Şehir Kulübü ve bitişiğindeki ünlü tüccar terziyi anlatmaya başladım Sayın Kalafat’a. Biraz daha yürüyünce önümüze törehan Serdar çıktı, bizi çay içmeye davet etti. Zamanımızın sınırlı olduğunu belirterek iznini isteyip ayrıldık.
Bir dönemin ünlü ve bir çok kere konuğu olduğumuz, pek çok anımızın olduğu Hürriyet Palas Oteli’nin terk edilmiş binasının önündeydik. Hemen önündeki, yaz akşamlarında damında yattığımız Şafak Oteli ve onun altındaki Şafak Lokantası, buranın sonradan Ankara’da ünlü bir kebapçı olan Nevzat’ın hayali gözlerimde canlandı. Biraz aşağıda Şirin’in Lokantası, camisiz minare, eski sebze hali, hemin önündeki Zülfikar Han ve kasaplar Pasajı, Ulucaminin yanı başındaki buğday pazarı, bitişiğindeki dericiler çarşısı anılarımızda canlandı.
Zaman su gibi akıp gidiyordu, Küfrevi Dergahı’nda sıkı bir kahvaltı yapmamıza karşın, yorulmuş ve acıkmıştık. Büryancılardan birinin önündeki küçük bir alanda masaya oturup büryan siparişi verdik. Bir Alman çift, yemeklerini yerken hissettikleri hazzı dışarıya yansıtıyorlardı. Bu tablo bizi de mutlandırdı. Servis yapan gencin içtenliği ve titizliğinden hoşnut kalmıştık. Dr.Kalafat, büryanın yağlı kısmına fazlaca yönelince, aman dokunmasın diye uyarmak durumunda kaldık. Geçmiş yıllarda yine böyle bir Bitlis ziyareti sırasında, aslen Bitlisli olup, uzun süre ayrı kalan Prof.Dr.Hamza Zülfikar ile İrfan Cenkçi’nin karşılaştıkları duruma düşmemesi için büryanın yağlı bölümlerinden uzak durmasını önerdik.
Büryandan sonra gelenek haline gelen çay içme görevimizi de eda ettikten sonra Bitlis’in eski sebze ve meyve pazarını hızlı adımlarla geçip, Şerefhan Camisi’ne yöneldik. Amacımız buradan da Alemdar Camisi’ne gitmekti.
Sokaktan geçerken bazı eski ve harap olmuş tarihi binaların restore edilmekte olduklarını gördük, ilgilendik, çalışanlarla sohbet ettik. Bu durum bizi mutlandırıyordu, tarihi değerlere sahip çıkmak, onların gelecek kuşaklara taşınması adına yapılan her çabayı kutsal buluyorduk.
Bir süre sonra üzerindeki tabelasında  “Harik Üretim Merkezi” yazan binanın önündeydik. İlgimizi çekti, yüksek ve dik  merdivenlerinin basamaklarını tırmanarak çıktık. Genç bir kız elinde bir defterden harıl harıl bir şeyler okuyordu. Dayanamayıp sorduk; Sahneye koyacakları bir oyunun hazırlıklarını yapmakta olduğunu belirtti, rolünü ezberlemeye çalışıyormuş. Çok hoşumuza gitmişti. Hele bir tiyatro oyununda bir genç kızın rol alması, geçmişle kıyaslanamayacak bir gelişme olarak yüreğimize su serpiyordu. Bizim öğrencilik dönemimizde kız arkadaşlarımızdan bu cesareti gösterebilen biri çıkmadığından, genellikle bu tür rolleri erkek arkadaşlarınızdan biri üstlenirdi. Başarılı olup olmamak bir yana, bir erkeğin kadın rolu oynaması başlı başına ilginç bir tablo ortaya koymaya yetiyordu.
Harik Üretim Merkezi’nden güzel duygularla ayrılmak üzereydik ki, gözümüz yeni restore edilmiş olan binanın detaylarına ilişti. Gözlerimize inanamadık, taşların arası oldukça açık, “ha düştü, ha düşecek” kabilinden ince bir levha halindeki dolgu maddesi eyreti bir biçimde gözlerimizin önünde duruyordu. Bu durumu görünce daha dikkatli gözlerle restore edilmiş olan bölümlere yöneldik. Gördüğümüz manzara karşısında küçük dilimizi yutacaktık nerdeyse.. Restore edilen bölümler Bitlis’in doğa koşullarına dayanamamış olmalı. Hiç de içaçıcı değildi. Arkdaşım Dr.kalafat da bu duruma çok üzüldü.
Restore konularında bildiri sunan akademisyen arkadaşlarımızın anlattıklarıyla, gördüklerimiz birbiriyle örtüşmüyordu. İlk fırsatta bu durumu ilgililere anlatmalıyız diye tutturdu Dr.Kalafat. Basbayağı restore edilmemiş, besbelli restore edilmiş gibi yapılmış. Hiç olmazsa bundan sonraki restorasyon işlerinde böyle bir gaflet yaşanmasın diyorduk. Durumu öncelikle Valiliğe bildirelim diye kararlaştırdık.
Buradan ayrıldıktan sonra Alemdar Cami önüne gelmiştik. Bizi buraya, cami haziresinde yatmakta olan sahabeden şahısların etrafında  oluşan inançlar yönlendirmişti. Bu mekan ile ilgili Sempozyumda dinlediğimiz bildirinin gerçekliğini gözlemek için gelmiştik. Sahabe mezarlarının dışında son yirmi yıl içinde buraya yasal olmayan definler yapılmıştı. Tarihi doku ile bu kabirler uyum sağlayamamıştı. Burada halk inançları ile ilgili bazı gözlemlerimiz de oldu. Ancak görüştüğümüz ilgililer bizden ve sorduğumuz sorulardan  rahatsız olmuşlardı. Gergin ve kuşkulu idiler.
Cami imamının yanında genç bir delikanlı vardı, bizi bir hayli sorguya çekti. Bir türlü ikna olmuyordu, belli ki o da tedirgin olmuştu. O na kartımı verdim ve Bitlisli olduğumu söyledim, bakışları hala ikna olmadığını söylüyordu. Bu genç bizi test etmek için, oradan ayrılışımızın hemen ertesinde e-posta ile uzunca bir ihtiyaç listesi gönderdi. Bu listede onlarca kitap, bir diz üstü bilgisayar vardı. Eğer bunları kendisine gönderirsek roman yazacağını belirtiyordu. Yanıt vermeyince telefonla aramaya başladı, ısrarla ihtiyaçlarının karşılanmasını istiyordu. Dakikalarca konuşarak kendisini ikna etmeye çalıştım.
Bak sevgili kardeşim, ben de senin gibi Bitlis’ten yokluklar içinde geldim. Hiç kimseden yardım ve destek almadan, kendi çabamla okudum, meslek sahibi oldum. 45 yıla yakın bir süre Devletime hizmet ettikten sonra, doğduğum topraklara döndüm, acaba bundan sonra ne gibi bir katkım olur diye buralarda gözlem yapıyorum. Sen de yapabiliyorsan öyle yap, bu olursa şunu yapacağım, şöyle olursa böyle yapacağım gibi sözlerle inandırıcı olamazsın. Ama sen, ben bunu yaptım diye ortaya çıkarsan, yaptıklarınla orantılı olarak destek de bulabilir yardım da görebilirsin. Hayaller, varsayımlar değil, gerçekler insanları ikna eder. Uzun konuşmaların ardından  bana yapacakları yerine yaptıklarını göndereceği konusunda anlaşmaya vardık:
Alemdar Cami görüşmesinden sonra biraz ilerideki çay ocağında oturduk, çaylarımızı yudumlarken, Bitlisli bir arkadaşımızı gördük. Bizi sıcak karşıladı, yakınlık gösterdi, çay paramızı ödedi, yemeğe davet etti. Teşekkür ettik, madem yemeğe gelmiyorsunuz, o zaman ben de sizi Şeribey Tepesi’ne çıkarayım dedi, bunu sevinçle karşıladık. Biraz bekledik, gidip arabasını aldı geldi. Şeribey Tepesine doğru yola koyulduk. Tam oraya gelmek üzereyken yol  çalışması yapıldığını gördük. Başbakan’ın Bitlis’e gelme olasılığına karşı ilgililer Şeribey Tepesi’nin yolunu yapıyorlardı. Çalışmaların arasından  zorlukla tepeye varabildik.
Karşımızda muhteşem bir manzara vardı, resimler çektik, ileri boyuttaki çevre kirliliğini üzülerek izledik. Ancak Başbakan’ın Bitlis’e gelecek olmasının bu çevre kirliliğinin giderilmesine  bir parça da olsa bir katkı sağlayacağı umuduna kapıldık.
Güzel manzarayı seyrettikten sonra tekrar çarşıya döndük. Dr. Kalafat’ı, Bitlis’ten ayrılmadan önce birer porsiyon büryan yemeye ikna edemedim. Muş Hava Alanından kalkacak olan uçağımız saat 14.00’te havalanacaktı, saat 13.00’te Bitlis’ten Tatvan’a hareket ettik, Tatvan’dan da uçak yolcuları vardı, ancak sayıları fazla olduğu için Havaş’ın aracına sığmadılar. İlgili firma yeni bir araç tahsis etmeye çalıştı, epey bir zaman kaybı oldu. Sonunda bir araç bulundu, kimi yolcuları uçağa  yetişememe endişesi sardı, gerilimli bir ortamda Tatvan’dan hareket ettik.
Güroymak’ta aracın şoförü  kenara çekip durdu, nedenini sorduğumuzda, ikinci aracın gelmediğini ve onu beklememiz gerektiğini söyledi. Yaklaşık 20 dakika bekledik gelen olmadı. Yolcuuların itirazları üzerine kaptan dayanamadı ve yeniden yola koyulduk.
Dr. Kalafat’ın gözlemlerine göre, Havaş araçları Kars’ta olduğu gibi burada da yolculara bilet kesmemişlerdi. Ayrıca ayakta yolcu almaları da dikatimizi çekmişti. Dr.Kalafat da ben de iki Doğulu insan olarak bu durumdan üzüntü duyduk.
Kazasız belasız uçağa yetiştik ve alimen Ankara’ya döndük.
Bitlisi de içine alan Van Gölü Havzası’nda güzel şeyler de oluyor. Bölge akademisyenleri araştırmacılarla birlikte, bölge dışından meslektaşları ile her yıl, Van Gölü Havzası, Ağrı Dağı ve Çevresi gibi adlarla Valilikler,  Yerel Yönetimler, Üniversiteler ve Sivil Toplum kuruluşlarının da desteğini alarak, kültürel etkinlikler düzenliyorlar. Bitlis’te yapılan restorasyon çalışmaları da bu uygulamaların bir parçasıdır.  Bitlisli işadamlarının Bitlis için hiçbir özveriden kaçınmadıklarını gururla gözledik.

UNUTAMADIKLARIM “Ahlat Kültür Haftası” ve Ahlat Şenlikleri (İlhami NALBANTOĞLU, Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı "AKSAV" Yönetim Kurulu Başkanı)

UNUTAMADIKLARIM
Kibrit kutusu gibi düzgün sıralanmış dükkanlarını, iki tarafı söğüt ağaçlarıyla kaplı yukarıdan parka doğru inen düzgün caddesini, kentin göle en hakim yerinde Kaymakam Kenan Aybek tarafından inşa ettirilmiş, Sürgün Şevket tarafından Yamlardan getirilmiş çimlerle donatılmış, doyumsuz mehtabın seyredildiği güzel parkını unutamıyorum.
Cafer’in lokantasında yediğim taskebap ve kızartmayı, İhsan Azap’ın demli çaylarını, Aziz’in Kahvesini, Yurttaş’ı, Yurttaş’ın Bando takımını, deniz bayramlarını, her deniz bayramında tüm dereceleri kazanarak göğsümüzü kabartan ve tüm kente doyumsuz hazlar yaşatar Naci Akpolat’ı unutamıyorum.
Demirci Hanifi’yi, Behçet Horasan’ı, Resimci İhsan’ı, İmamoğlu İdiris’i, Gardiyan İsmail’i, Acem Celal’i, Keçi İsmail’i, Mecit Usta’yı, Çelebi’yi, Pilot’u, Cafer’in Ali’yi, Ali Koca’yı, Simsar Yusuf’u, Simsar, Selim’i, Durak Usta’yı, Turan Usta’yı, Niyazi Usta’yı,  Abdullah Nalbant Usta’yı, Muhtar Abdurrahman’ı, Berber İdiris’i, Yunus’un Şevket’i, Mustafa Kara’yı, Halil Çavuş’u, Dellal Yaşar’ı, Çöpçü Memduh’u, Kalaycı Hüseyin’i, Terzi Kadri’yi,  Kuyumcu  Ahmet’i, Halil Demir’i, Ziraatçi suat’ı, Doktor Kemal Süzer’i, Savcı Oktay İrdem’i, Şeyh Cesim’i, Kaymakam Mecit Sönmez’i, Yusuf Bey’i, İsa Efendi’yi, Mahmut Hoca’yı, Mevlüt Aydoğan’ı, Devlikli Hilmi’yi, Nalbant Mahmut’u, Kasap Musa’yı, Sebzeci Abbas’ı, Dondumacı Hüseyin’i, Toso Ahmet’i, Akro Mecit’i, Hulusi’yi, Garmuçlu Rüstem’i, Defçi Abdi’yi, Laz Memed’i, Veziro’yu, Aşçı Nusret’i, Şoför Baki’yi, Fırıncı Ein’i, Kor Ömer’i, Hasan Onbaşı’yı, Tunuslu Hamdi’yi, Kahveci Ziya’yı, Tahsildar Hüsamettin’i, Musa Yorulmaz’ı,  Hacıderviş’in Memed’i, Golot İbrahim’i, Ateş Osman’ı, Deli Şükrü’yü, Kahveci Yaşar’ı, Davaz’ı, Küçük Memed’i,  Gando’nun Osman’ı, Gado Hoca’yı, Reşat Çavuş’u, Dırtık’ın Bekir’i, Komsöken Ali’yi, Ejder Gemalmaz’ı, Şoför Yaşar’ı, Yaşar Gemalmaz’ı, Cemil Dayı’yı, Kamil Dayı’yı, Topal Muzaffer’i, Celal Sümer’i, Kürümoğlu’nu, Aslı’nın Ahmed’i, Koğozlu Aslan’ı, Rabia Teyze’yi, Süslü Memed’i, Tahsin Usta’yı, Dr.Nurettin’i, Dr.Nevzat’ı, Resul Çavuş’u, şiir sevenlere ve sanattan anlayanlara doyumsuz hazlar tattıran büyük şair Kazgöl’ü unutamıyorum.
Hanik’i, Hulik’i, Yoğurtyemez’i, Develik’i, Koğoz’u, Abdurahman Gazi’yi,  Soru’u, Merdembaba’yı, Sultanseyit’i, Aktaş’ı, Sütey’i, Bıhbıcık’ı, Çarho’yu, Karga Çayı’nı, Harabaşehir’i, Guştuyan’ı, Cizirok’u, Nazik Gölü’nü, Purhus’u, Kers’i, Madavans’ı, öğretmenlik yaptığım Mezik’i unutamıyorum.
Elcevaz ile yapılan maçlardaki heyecanları, Malazgirt’te verdiğimiz müsamereyi, Bitlis’te en kötü koşullarda kaldığımız öğrenci evlerini unutamıyorum.
Unutamadıklarım sadece bunlarla sınırlı değil, gözümü açıp gördüğüm ve yirmi yıl topraklarında yoğrulduğum, zengin bir kültürün izlerinden beslendiklerim bu kadar değil elbette.
Telden yaptığım arabamı, ağaçtan yaptığım cambaz’ımı, makaradan yaptığım şeytan arabasını, bir türlü çevirmeye doyamadığım çemberimi, buralarda adına topaç denilen deneme’mi, trampetimi, karpuz kabuğundan yaptığım arabamı, beş yaşımdayken denizde boğulduğumu, denizden bir genç kız tarafından çıkarıldığımı, onbeş yaşımdayken evden
kaçtığımı, aşkın ne olduğunu bilmediğimi, sıra arkadaşım Selnur ile bir üst sınıftaki Kirbe’nin aşklarının, küçük bir kentte ne kadar büyük yankı uyandırdığını unutamıyorum.
Kış aylarında, ailelerimizden gizli gizli yıkandığımız Karakol Çeşmesi’ni, iskeleye yanaşan  vapurlara binmek için itişip kakışımızı, iskeleden ayrılan vapur’un halatına yapışıp bir süre açıldığımızı, Ahlat Şenliklerini, Yar Kardeşlerin konserlerini unutamıyorum.
Dönemin Belediye Reisi’nin yolun iki yanındaki söğüt ağaçlarını neden kestiğini, Ahlat Şenliklerini yapmaktan neden vazgeçtiğini, Muzaffer Sayın’ın entelektüel bakışını, son dönemlerde leş kargalarının yem kapmak için tepinmelerini, onurlu ve haysiyetli insanların kenara çekilip, vurguncu, talancı, dalavere dümenci, hazıra konmacı, başkasının emeğine ipotek konmacı, açgözlerin meydanlarda nasıl cirit attıklarını unutamıyorum.
Ahlat Şenliklerinin  açığını kapatmak, yerini doldurmak için bizzat başlattığım “Ahlat Kültür Haftası” nın, sadece kentte değil bölgede yaratmış olduğu coşkuyu unutamıyorum.
Unutamadıklarım daha çok şey var, ancak bunları buraya sığdırmak mümkün görünmüyor. Ama asıl önemli olan bunları hatırlayacak kaç kişinin kalmış olmasıdır.
Tarih tekerrürden ibarettir diyorlar ya, bunları ben unutamıyor muşum kime ne!..
Öyle değil mi?

3 Ağustos 2017 Perşembe

Vakfımız; (Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı) "Türkiye İstatistik Kurumu" (TÜİK) Tarafından TEŞEKKÜR BELGESİ ile Ödüllendirildi.



Kısa adı TÜİK olan Türkiye İstatistik Kurumu; Kurum tarafından 2015 Yılı içinde ülke çapında gerçekleştirilen iş yeri araştırmalarının cevaplandırılması konusunda göstermiş olduğumuz işbirliği ve destekten dolayı 
"Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı" 
adına bir TEŞEKKÜR BELGESİ ile Vakfımızı ödüllendirmiştir.

29 Temmuz 2017 Cumartesi

"DOĞU CEPHESİ MUHACİRLERİ", Doğu Cephesi muhacirlerinin yaşadığı büyük acılar, derin ıstırap ve sıkıntılar...

DOĞU CEPHESİ MUHACİRLERİ
DEĞERLİ DOSTLAR,
Bilindiği gibi 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşının ardından patlayan Balkan Savaşı (1909-1911) ile 1. Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında, düşman işgali sonucu Makedonya, Kafkasya ve Yunanistan göçleri ile eski imparatorluk topraklarından Anadolu’ya milyonlarca göçmen (muhacir) gelmiştir. Bu dönemde, gerek Balkan muhacirlerinin gerekse Doğu Cephesi muhacirlerinin büyük acılar yaşadığı bilinmektedir.
Balkan muhacirlerinin göç öncesi, göç sırası ve sonrasında yaşadığı acılar toplum tarafından çok iyi bilinmiş, öğrenilmiş ve bu konuda birçok yazılı ve görsel eser ortaya çıkmıştır. Buna karşılık Doğu Cephesi’nde 1915 yılından itibaren birçok ilin Rus işgaline uğraması ile beraber yaşanan muhacirliğin öyküsü yeteri kadar anlatılamamış ve öğrenilememiştir. Bu konuda yazılı kaynağın azlığı dikkat çekmektedir
Erzurum Cephesinde başlayan ve genişleyen savaş sırasında göç eden ‘Muhacir’lerin bir bölümü yolda ölmüş, bir bölümü ancak savaş sonrası geriye dönebilmiş, küçük bir bölümü ise gittikleri yerde yerleşip kalmıştır. Bu felaket, o dönemi yaşayan kuşağı inanılmaz derecede etkilemiş, sonraki hayatlarında onulmaz izler bırakmıştır. Hayatı, savaş, ölüm, üzüntü, yokluk ve sonsuz özveri içinde geçen bu kuşağın, değeri yeteri kadar bilinmeden, yaşadıklarını yeni kuşaklara yeteri kadar iletemeden ve yazamadan kaybolup gitmesi çok hazindir.
Bu çağrının amacı; 1. Dünya Savaşı Doğu Cephesi’nde muhacirlerin yaşadığı dramatik olayları, o insanların birinci ve ikinci kuşak yakınları ve araştırmacıların katkılarıyla ortaya çıkarmak, konu ile ilgili anı, belge ve kaynakları toparlayarak ortak bilgiye sunmaktır. Amaç; sadece, yeterince bilinmeyen, kayıtlara geçmeyen, unutulan “Doğu Cephesi Muhacirleri” nin yaşadıklarını öğrenmek ve kayda geçirmektir. Sizleri, muhacirlik ile ilgili aile öyküleri, anılar, belgeler, fotoğraflar ve kaynaklar konusunda katkı yapmaya davet ediyoruz.
Bu girişimin amacı kesinlikle savaş sırasında yaşanan acı olayları benzer olaylarla kıyaslamak değildir. O dönemde Türk, Çerkez, Azeri, Laz, Kürt, Ermeni, Sünni ve Alevisiyle Müslüman, Hıristiyan bütün sıradan insanlar kendi paylarına düşen ortak acıyı fazlasıyla çekmişlerdir.
Gösterilecek ilgi ve desteğe bağlı olarak her kesime açık ortak her türlü iletişim araçları ile haberleşmenin ve birikimleri değerlendirmenin uygun olacağı düşünülmektedir.
Sizleri bu girişime katkı yapmaya davet ediyoruz. Saygılarımızla…
BU GİRİŞİME 
DESTEK VERENLER
Prof.Dr.Necdet ADABAĞ Prof.Dr.Halil DEĞERTEKİN Prof.Dr.Ahmet RUMELİ İlhami NALBANTOĞLU Prof.Dr.İsmet KAYAOĞLU Prof.Dr.Hamza ZÜLFİKAR Prof.Dr.Bülent ZÜLFİKAR Prof.Dr.Nihat BOYDAŞ Prof.Dr.Alper URAZ Prof.Dr.Azmi SÜSLÜ Prof.Dr.Selim SARUHAN Remzi İNANÇ Dr.Yaşar KALAFAT Av.Vahit  CİVELEK Ali Galip KARAKAN Kemal GÜNDOĞDU Törehan SERDAR

KAYNAKLAR
  1. Süleyman Tekin.   Birinci Dünya Savaşında Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz Bölgelerinden Yapılan Göçler. Çağdaş Türkiye Araştırmaları Dergisi, XVI / 32 (2016 – Bahar) Sayfa 43-45
  2. Muş 93 Muhacirleri Kafkas Göçmenleri Platformu (Dijital ortam)
  3. 93 (1877-1878) Muhacirleri (Kars) Tanışma Platformu (Dijital ortam)
  4. Forum-Memurlar.net (Dijital ortam)
  5. Tuncat Öğün. Vilayat-ı Şarkiyya Mültecileri. Ankara Babil Yayınları 2004
  6. Halil Değertekin. 1 Dünya Savaşı Doğu Cephesinde Muhacirler.
  7. Tarihi Belgesel Roman. Kanguru Yayınları, 2 baskı, 2017, Ankara
KOORDİNASYON
Prof.Dr.Halil DEĞERTEKİN
İlhami NALBANTOĞLU
İLETİŞİM:
muhacirlerblog.wordpress.com

İRAN SEFERİ "T.B.M.M TÜRKİYE-İRAN DOSTLUK GURUBU VE GÜZEL SANAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ GESAM’IN TEBRİZ SERGİSİNE KATILDIK" Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı (AKSAV) Başkanlığı

İRAN SEFERİ
T.B.M.M TÜRKİYE-İRAN DOSTLUK GURUBU VE GÜZEL SANAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ GESAM’IN TEBRİZ SERGİSİNE KATILDIK
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye-İran Parlamentolar Arası Dostluk Gurubu Başkanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı ve GESAM ile ortaklaşa düzenlenen “Uluslararası İran-Gesam Türk Sanatçıları Sergisi” 24-27 Mayıs 2017 tarihleri arasında, Tebriz Üniversitesi İslami Sanatlar Fakültesi Sergi Salonu’nda İranlı sanatseverlerle buluştu. Sergiye Türkiye’den 110 sanatçı eserleriyle katılım sağladı. GESAM üyesi 30 sanatçı serginin açılışında hazır bulundu. Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı Başkanı Sayın İlhami Nalbantoğlu da Tebriz’deki sergiye katılanlar arasında yer aldı.
24 Mayıs 2017 günü Tebriz Üniversitesi İslami Sanatlar Fakültesi Konferans Salonu’nda sergi öncesi bir Çalıştay gerçekleşti. Tebriz Üniversitesi Rektör Yardımcısı’nın açılış konuşmasıyla başlayan Çalıştay’a Türkiye’nin Tebriz Konsolosu, Azerbaycan’ın Tebriz Konsolosu ve GESAM Genel Sekreteri birer konuşma ile katılım sağladılar.
Sergi açılışı öncesi yapılan Çalıştay, Kur’anı Kerim ve İran Ulusal Marşı’nın okunması ile başladı. Ardından kürsüye gelen Tebriz Üniversitesi Rektör Yardımcısı yaptığı konuşmada Türk-İran ilişkilerinin geçmişi ve günümüzdeki durumuna değinerek, iki kadim dost ülkenin yüzyıllardır süren bu iyi komşuluk ilişkilerinin gelecekte de süreceğine olan inancını belirtti.
Türk sanatçılarını İran’da görmekten Tebriz Üniversitesi olarak duydukları memnuniyeti dile getiren Rektör Yardımcısı, iki ülke sanatçıları arasında ilk kez görülen bu dayanışmanın geliştirilerek gelecek kuşaklara taşınması için her iki ülkeye de bazı görevlerin düştüğünü, Üniversite olarak üzerlerine düşen görevi yapmaya hazır olduklarını ifade etti.. En kısa zamanda İranlı sanatçıların da Ankara’da bir etkinliğe katılmaları konusunda bir davet beklediklerini dile getirdi.
Bu konuşmanın ardından kürsüye gelen Türkiye’nin Tebriz Konsolosu, Türk-İran ilişkilerinin geçmişine değinerek, iki ülke arasındaki ilişkilerin gelecekte daha iyi noktalara taşınacağı hususunda Türkiye olarak gerekeni yapmaya hazır olduklarını belirtti.
Tebriz Üniversitesi Rektör Yardımcısının talebi doğrultusunda Türkiye olarak en kısa bir sürede İranlı sanatçıların Ankara’da bir sergi açmaları hususunda gerekeni yapacaklarını dile getirdi. GESAM’ın iki ülke arasındaki kültürel ve sanatsal alandaki ilişkilerin geliştirilmesi adına yaptıkları bu girişimi olumlu karşıladıklarını belirterek teşekkür etti.
Daha sonra kürsüye gelen Azerbaycan’ın Tebriz Konsolosu, Türk-İran-Azerbaycan ülkelerinin dost ve kardeş ülkeler olduklarını, bu ilişkilerin daha da ileri noktaları gelmesi konusunda Azerbaycan’ın da kendilerine düşen her türlü görevi yerine getireceklerini, bu tür kültürel ilişkilerin geliştirilmesine katkı sağlayacaklarını belirtti. Bu konuşmaların ardından kürsüye gelen GESAM Genel Sekreteri Nezih Demirtepe, Türk Sanatçılarına böyle bir fırsatı sağladıkları için Tebriz Üniversitesi Rektörlüğüne ve İran’ın Ankara Konsolosluğuna, Tebriz Üniversitesi İslami Sanatlar Fakültesi Dekanlığına teşekkür etti.
Türk Heyeti adına kürsüye gelen Dr. Ahmet Cebeci, Türk-İran ilişkilerinin geçmişi ve geleceği üzerine bir değerlendirme yaparak; 1071 Yılında büyük Komutan Alparslan’ın Anadolu’nun kapılarını Türklere açmasıyla, Türk-İran toplumlarının Selçuklular Devleti’nin bir çatısı altında yer aldıklarını, daha sonraki gelişmeler doğrultusunda ayrılarak iki komşu devlet olduklarını, tarihin derinlikleri içinde zaman zaman çeşitli gerginlikler yaşanmasına karşın pek çok alanda ortak noktalarının bulunması nedeniyle dost ve komşu iki ülke olarak yaşadıklarını ifade etti.
Konuşmaların tamamlanmasının ardından GESAM Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Sekreteri Nezih Demirtepe, temsil ettiği GESAM adına İran Konsolosluğuna,Tebriz Üniversitesi Rektörlüğüne, Türkiye’nin Tebriz Konsolosluğuna, Azerbaycan’ın İran Konsolosluğuna birer armağan takdim ederek, bu etkinlikten ötürü GESAM ve eserleri sergilenen sanatçılar adına Türk teşekkürlerini bildirdi.
Çalıştay’ın sona ermesinin ardından serginin açılışına geçildi. Tebriz İslami Sanatlar Fakültesi’nin donanımlı sergi salonunda yüzden fazla Türk sanatçının eseri İranlı sanatseverlerle buluştu. Yoğun bir kalabalık, büyük bir ilgi vardı. Sanatsever İranlılar ilgi duydukları, dikkatleri çeken eserlerin başındaki sanatçılardan bilgi aldılar, fotoğraf çektirdiler, duygularını belirttiler, fikir ve düşüncelerini ifade ettiler.
İki ülke sanatçıları arasında iletişim ve dayanışma fırsatı doğdu, Türk ve İranlı sanatçılar birbirlerinden iletişim bilgileri alış-verişinde bulundular.
Aynı günün akşamı, Tebriz’in restorasyonu yapılmakta olan tarihi mekanlarından birinde Tebriz Üniversitesi Rektörlüğü’nün Türk sanatçılar onuruna verdiği bir yemek vardı. Rektör’ün de katıldığı bu yemeğe Türk sanatçılar, İranlı sanatçılar, İslami Sanatlar Fakültesi öğrencileri ve geniş bir sanatsever kitlesi katılım sağladı.
Tebriz Üniversitesi Rektörü yapmış olduğu konuşmada, Türk-İran ilişkilerine değinerek GESAM tarafından atılan bu ilk adımın sanat alanında gelecekte daha büyük bir yapıya kavuşması dileğinde bulundu. Bunun için üniversite olarak üzerlerine düşen görevi yapacaklarını belirtti. Kendisi’nin sıklıkla Türkiye’ye çeşitli nedenlerle geldiğini, bir gelişinde de Konya’yı görmek, Mevlana’yı ziyaret etmek istediğini belirtti. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar süren bu yemekte daha sıcak, daha içten, daha samimi bir ortam paylaşıldı.
Ertesi gün sıra gezilmesi ve görülmesi gereken yerler için program yapılmıştı. Bunların başında Şairler Mezarlığı, Mavi Cami, Kapalıçarşı, Cuma Camii, El Gölü ve müzeler geliyordu.
Türkçeyi izlediği Türk televizyonlarındaki dizilerinden öğrendiğini söyleyen Rehberimiz Nazlı Hanımın güzel Türkçesiyle bu ilginç ve önemli tarihi mekanları görmek ve bilgi edinmek için yollara düştük.
İlk durağımız Mavi Cami oldu. Nazlı Hanım’ın anlattığına göre, Mavi Cami, adını süslemelerinde kullanılan çinilerden alıyormuş. Bu çinilerden dolayı bu camiye “İslamın Turkuvazı” da deniyormuş. 15. Yüzyılın ortalarında yapıldığı bu cami geçirdiği depremler yüzünden büyük hasar görmüş. Bu hasarlar büyük bir titizlikle aslına uygun olarak yeniden yapılmış. Bu caminin bir özelliği de “Allah” adının 1001 kez yazılmış olmasıymış.
Türk sanatçılarının bayan temsilcileri rehberimiz Nazlı Hanım’ı bir an evvel Kapalıçarşı’ya götürmesi için sıkıştırıyorlardı. Yoğun program gereği Nazlı Hanım buraya birkaç saatlik bir zaman ayırabildi. Bu yüzden büyük bir telaşla Kapalıçarşı’ya girdik. Bir yandan da kaybolma endişesi taşıyorduk. Haksız da değildik, Dünyanın en büyük kapalı çarşısı burası. Tebriz’in İpek Yolu’nun kavşak noktasında bulunması, böyle bir gereksinim doğurmuş. İçinde 8 bin civarında dükkanın olduğu bu çarşıda her ürünün bölümü ayrı. Kuyumcular, halıcılar, gümüşçüler, baharatçılar, ayakkabıcılar ayrı bölümde.
Tebriz Kapalıçarşısı, İran’ın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne giren enden eserlerinden birisi. Kapalıçarşının tavan yüksekliği İstanbul’daki Kapalıçarşının tavanından yüksek, ancak koridorları daha dar. Burada gördüğümüz ve yağlıboya bir tablo zannettiğimiz esere dokununca ancak halı olduğunu anlayabildik.
Dünyada sadece İran’da olduğu söylenen “Şairler Mezarlığı”na sıra gelmişti. Dünya’nın sayılı şairleri arasında yer bulan Şehriyar başta olmak üzere İranlı şairler, yazarlar, bilim insanları ve mutasavvıfların sayıları 500’ü bulan mezarlarını burada görmek mümkün. Şehriyar’ın 1988 yılında vefatı üzerine 18 Eylül tarihi her yıl kutlanan “Milli Şiir Günü” ilan edilmiş.
Modern ve çağdaş bir mimari tarzda buraya “Şairler Anıtı” dikilmiş, anıtın içinde başta Şehriyar olmak üzere İran’ın tüm ünlü şairlerinin heykelleri, özgeçmişleri ve eserlerinden örnekler yerleştirilmiş. Anıtın çevre düzenlemesi henüz tamamlanmamış.
Çok eski tarihlerde yapıldığı söylenen ve önünde küçük bir havuzu olan “Kaçar Sarayı” nın havuzu, Rıza Şah Pehlevi döneminde restore edilerek onarılmış, önündeki havuz binanın çevresini saracak şekilde büyütüldükten sonra adı da “El Gölü” olarak değiştirilmiş. El yani halk, önceden Şah’a ait olan göl, halkın hizmetine sunulmuş. Bir nevi sosyalleşme hareketi. Gölün ortasında kalan ve restoran olarak kullanılan Saray kıyıya bir yolla bağlanmış.
Gölün içinde küçük kayıklarla gezinti yapılabiliyor. Hafif dalgalı, bu dalganın yapay mı doğal mı olduğu konusunda bir karar vermekte zorlandık. Çevresinde yeşillikler içinde parklar, bahçeler, oturma alanları, yürüyüş yolları var. Havanın çok sıcak olmamasına karşın tüm alanlar dolup taşıyordu.
Türk Heyeti’nin kadın sanatçıları, Kapalıçarşı gezisinden istedikleri alışverişi zaman darlığı yüzünden yapamamışlardı. Bu yüzden Rehberimiz Nazlı Hanım’ı sıkıştırıyorlardı, bizi alış-veriş merkezlerine götür diye. Nazlı Hanım onları kırmıyor, her seferinde bir fırsat yaratıyordu.
Türkiye’deki “Ihlara Vadisi”ni andıran bir vadinin içinde Dünya’da bir benzerinin olmadığı söylenen “Kaya Evleri” var. Bu evler, kaya içine oyulmuş yaklaşık on odadan oluşuyor. Modern araçlarla donatılmış. Dünya’nın her yerinden insanlar buraya konaklamaya geliyor. Gördüğü büyük ilgiden ötürü her zaman dolu. Rezervasyon yaptırmak için uzun süreler beklemek gerek.
Bazı kısımlarının tuğla ile yapılmış olmasından ötürü UNESCO burayı Dünya Kültür Mirası listesine almayı uygun görmemiş.
Tebriz’de Türkçe konuşuluyor, ne var ki kimileri Türkçe bildikleri halde konuşmaktan çekiniyor gibi bir izlenim edindik. Bunun diplomatik bir yaklaşım olduğu izlenimi edindik. Aynı durum kimi esnaf tarafından da uygulanıyordu. Başlangıçta Türkçe konuşmayıp, pazarlığın iyice kızıştığı sırada bülbül gibi Türkçe konuşan esnaf bizi şaşırtmadı.
Tebriz’de ve Urumiye’deki Türk lokantalarının çokluğu dikkatimizi çekti. Hacıbaba’dan Urfa Sofrası’na kadar değişik isimlerdeki lokantalarda verilen nitelikli hizmet, kaliteli ürün koltuklarımızı kabarttı.
GESAM, Türkiye’deki diğer meslek kuruluşlarından bir adım öne çıkarak Türk sanatını kapalı bir topluma tanıtmak adına bir kapı araladı. Bu adımın desteklenmesi, aralanan bu kapının ardına kadar açılabilmesi, daha ileri noktalara taşınması için ilgili kurum ve kuruluşlarımızın gerekli olan ekonomik desteği vermeleri gerekiyor.
GESAM, sınırlı ekonomik olanakları ile bir zoru başarmıştır. Çoğunluğu yürekli Türk kadını olan sanatçıları ile birlikte Türkiye’ye göre koşulları daha sınırlı olan bir ülkeye giderek Türkiye Cumhuriyeti’nin modern ve çağdaş yüzünü gösterme başarısını sağlamıştır.
GESAM’ın yöneticilerini, bu etkinliğe bizzat katılım sağlayan, eserlerini gönderen sanatçılarımızı, her aşamada emeği geçen ilgilileri kutluyoruz.
Türkiye Güzel Sanat Eseri Sahipleri Meslek Birliği GESAM’ın öncülüğünde İran’ın Tebriz Kentinde açtığımız serginin ardından İran’da yoğun olarak Türkmenlerin yaşadığı Urumiye kentine gitmek üzere Tebriz’den karayolu ile hareket ettik. Tebriz, İran’ın en önemli sanayi şehirlerinden biri, yol boyu sanayi tesislerinin yakınından geçtik.
Urumiye sınırları içinde Dünyanın üçüncü büyük tuz gölü olan Urumiye Gölü var. Urumiye Gölü, Van Gölü’nün üç katı büyüklükte. Van Gölü’nün masmavi sularını burada görmek mümkün değil. Dünyadaki her tuz gölü gibi, işlevini bitirince kurumak bunun da kaderi. Uçsuz bucaksız, griye dönüşmüş mavi sularının çekildiği boş araziler dikkatimizi çekiyor. Çevresinde ağaçlık, yeşillik şöyle dursun yaprak bile görmeniz çok zor. Nedeni belli tuz. Tuzlu topraklar çorak olmaya mahkum. Bunca büyük arazinin tarıma uygun olmaması çok acı verici.
Gölü besleyen nehir ve çayları barajlara yönlendirmişler, bir nevi bu kaderi kendileri belirlemişler. Tuzlu olmasının bir başka olumsuz yanı da içinde canlı barındırmaması. Ulaşım ya da turistik amaçlı araçlar da burada yok.
Eskiden Van Gölü üzerinde, yerleşim birimlerini dolaşan ulaşım araçları vardı. Şimdilerde ise Tatvan-Van Feribotu olduğu gibi içinde de dünyaca ünlü İnci Kefalimiz var en azından.
Urumiye Gölü’nün tuzdan başka bir artı değeri yok. Üzerinde göl ulaşımı olmadığı için üç tane kocaman köprü yapmışlar, ulaşım gereksinimlerini kara yolu ile yapıyorlar.
Urumiye Şehri, sanki Gaziantep ya da Kahramanmaraş veya Van, doğal olarak herkes Türkçe konuşuyor. Çok büyük olmasa da yeşil alanlar ve parklar var burada. Bizim Ankara’daki Gençlik Parkı’nı çağrıştıran o kadar büyük olmasa da eğlence mekanları var.
Urumiyede lokantaların çokluğu dikkati çekiyor, bunların arasında “Türk Döneri”, “Hacıbaba”, “Urfa Sorası”, “Adana Kebabı” yasak olmasına karşın Türkçe isimleri sıkça görmek mümkün. Bir de nargile içme mekanları var. Sıklıkla genç kızların, genç erkeklerin gittikleri dinlenme mekanları. Tıklım tıklım dolup taşıyor.
Genç kızlar çok bakımlı, makyajlı, altlarında arabaları, elerinde en gelişmiş telefonları ile akşamın ilerleyen saatlerine kadar nargile keyfini çıkarıyorlar. Urumiye’de araba kullanan bayanların sayısı oldukça fazla.
Kentin merkezi yerlerinde binalaın çoğunluğu tuğladan yapılmış. Kenarlarda çok katlı, beş yıldızlı otelleri görmek mümkün.
Yemeklerin çoğunluğu et üzerine. Etleri oldukça lezzetli. Genetiği değiştirilmiş ürünler henüz oralara ulaşamamış. Cilo Kebap en ünlü yemekleri, Biraz modernize edilmiş, bizim Adana Kebap’a özenmişler. Adana Kebap’ın yanında az miktarda bulgur pilavı olurken Cilo Kebap’ın yanında bol miktarda safranlı Bersani pirinci var.
Cilo Kebap eskiden elle yenilirmiş, bu konuda kendilerini geliştirmişler, artık çatalla yiyorlar. Kimi yerlerde Cilo Kebapa tavuk eti de eklemişler. Altı kavak üstü şişhane gibi, altı tavuk, üstü kırmızı et. Modernize etmiş olmalılar.
Kerevetli yemek mekanları var, ayakkabılarını çıkarıp kerevete uzanıyorlar, altında ısıtıcısı olan yemekler geliyor biraz yiyor, biraz yatıp uyuyorlar.
Bizim Ahlat’ta da Van Gölü’nün kıyısındaki kumsala tahtırevan koymuşlardı, duruyor mu bilmiyorum.
Çayı ile ünlü olan İran’da, çaylar Kapalıçarşı’da çuvalla satılırken, otellerin kahvaltılarında poşet çayla işi basite indirgemişler. Çay hasretimiz depreşince kendimizi hamamdan çayhaneye dönüştürülen bir mekana attık. Varil büyüklüğündeki semaverden İstanbul Türkçesi konuşan genç kızların elinden doyasıya çay içme fırsatı bulabildik. Bol bol da resim çektik tabi.
İstanbul Türkçesi konuşan İran güzeli kıza “Bu güzel Türkçeyi İstanbul’da mı öğrendin” diye sorduğumda yanıtı ilginçti.
Buradaki herkes güzel Türkçe konuşmayı Türk dizilerinden öğreniyor.

22 Temmuz 2017 Cumartesi

AHLAT; "KÜLTÜR, SANAT VE ÇEVRE VAKFI" KURULUŞ, AMAÇ VE FAALİYETLER

AHLAT 
KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI
Kuruluş: 
Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı,  Ankara Asliye 2. Hukuk Mahkemesi’nin 1 Mart 1996 gün, E: 1996/146 sayılı Kararı ile Ankara’da kuruldu. Kuruluşuna ait Vakıf Resmi Senedi  27 Mart 1996 tarihli ve 22593 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı.
Ahlat Kültür  Sanat ve Çevre Vakfı’nın kuruluş amacı:
Ülkemizin kültürel, sanatsal potansiyelini en iyi bir biçimde değerlendirmek, Ahlat’ın bünyesinde barındırdığı tarihsel güçten, sahip olduğu müstesna çevre yapısından yararlanarak, ulusal kültürümüzün, sanatsal değerlerimizin tüm unsurlarını ülke ve dünya kamuoyuna tanıtmak için her türlü faaliyetlerde bulunmak.
Kültürel mirasımızı teşkil eden tarihi, kültürel ve sanatsal değeri olan yer ve mekânları, bilimsel ve çevreci bir yaklaşımla koruma altına almak için gerekli tedbirlerin alınması için girişimlerde bulunmak. Korunmalarına katkıda bulunmak, onarımlarının yapılması için tedbirler almak, tarihi, kültürel ve sanatsal özelliği bulunan eser ve mekânların özelliklerinin ve değerlerinin anlatılması için sanatsal faaliyetlerde bulunmak.
Ahlat’ın UNESCO Dünya Kültürel Mirası Listesi’ne alınması için gerekli koşulların hazırlanmasına katkıda bulunmak ve Ahlat’ın tarihi dokusuna zarar verecek olan yapısal değişikliklerin önlenmesine katkı sağlamaktır.
Etkinlik, aksiyon ve aktiviteler
Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı,  bu amaçları doğrultusunda daha kuruluş aşamasında 1992 yılında Ahlat’ta“Ahlat Kültür Haftası”nı başlattı. Ankara’dan Ahlat’a davet ettiği, bilim insanları, yüksek bürokratlar, tarih, kültür, sanat ve çevre alanlarında  uzmanlığı olan kişileri Ahlat’a götürerek, sempozyumlar, paneller, konferanslar, sergiler, yarışmalar, tarihi geziler, sosyal ve kültürel etkinlikler düzenledi.
Tüm bu etkinlikleri içeren 10 civarında kitap yayımladı.
1992 Yılında yayın hayatına başlayan “Ahlat Gazetesi”ni 25 yıla yaklaşan bir süre zarfında 200. Sayısını çıkararak, rekor sayılacak bir başarıya imza attı. Bu yolla Ahlat’ın ülke ve dünya kamuoyunda tanınan ve bilinen önemli  bir kültür merkezi olduğunu ortaya çıkardı.
Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı, Ahlat ve çevresinin kültürel zenginliğinin ülke ve dünya kamuoyuna tanıtılması amacıyla pek çok yerde kültürel ve sanatsal içerikli sergiler açtı.