15 Ağustos 2017 Salı

BİR AHLAT SEVDALISI DAHA ARAMIZDAN AYRILDI NAZAN SEZGİN’İ KAYBETTİK

BİR AHLAT SEVDALISI  DAHA ARAMIZDAN AYRILDI; NAZAN SEZGİN'İ KAYBETTİK
Nazan Sezgin, Ahlat’ta Hükümet Tabipliği yapan Dr.Cavit Sezgin Bey’in iki kızından biriydi. Nazan Hanım Ahlat’ta dünyaya geldiği için, inanılmaz bir Ahlat sevgisi ile dolup taşıyordu.
Her ortamda, her toplantıda Ahlat adını gündeme taşımaktan büyük zevk alır gurur duyardı. Ahlat konularında çeşitli medya organlarında çok sayıda yazıları, makaleleri yayımlanmış, Ahlat ile ilgili konferanslar vermişti.
Ahlat Gazetesi’nde de pek çok kereler yazıları yayımlandı. Ahlat’ı görmek için yanıp tutuşuyordu. Bu konuda ona bir söz de vermiştik, sözümüzü yerine getirme fırsatını bir türlü bulamadık ve aramızdan ayrıldı.
8 Mayıs 2008 tarihinde Ankara’da Altınpar’ta Vakıflar Haftası kapsamında geniş katılımlı bir kültürel etkinlikte Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı olarak bir sergi açmıştık. Sergi, Ahlat ve Bitlis’in tanıtımı ağırlıklı bir konsep içeriyordu.
Çok yoğun bir duygu seli yaşanıyordu, bir ara kalabalığın arasından sıyrılarak bize doğru gelen uzun boylu esmer bir bayan “Ben de Ahlatlıyım” diyerek söze başladı.
Sevgiyle karşıladık, ikramlarda bulunduk, memnuniyetini dile getirdi ve bize Ahlat’lılık serüvenini anlatmaya başladı. Biz de öyküyü ilginç bulduğumuz için can kulağıyla dinlemeye başladık.
“Benim adın Nazan Sezgin. Ben de Ahlatlıyım, ancak Ahlat’ı hiç görmedim. Burada Ahlat adını görünce büyük bir heyecanla koşarak buraya geldim.
Benim babam Dr.Cavit Sezgin 1949 yılında Ahlat’a Hükümet Tabibi olarak atanmış. Yeni evli olduğu annem Sevim Hanım’ı da alarak Ahlat’a gitmişler. O günün koşullarında küçük bir ev tutup görevlerini yapmaya başlamışlar.
Bir gün Ahlat’a karı-koca bir yabancı çift gelmiş.  İngiliz vatandaşı olduklarını, İngiltere’nin İstanbul Konsolosluğundan geldiklerini söylemişler. Ahlat’ta o dönemde konaklama tesisleri olmadığı için, durumu uygun olan bir ailenin evlerinde konaklamaları uygun görülmüş. Bu koşullara uygun olan aile ise, yeni evli, pırıl pırıl bir aile olan Hükümet Tabibi Dr.Cavit Bey’in evi tercih edilmiş.
Konuklar burada günlerce kalıp ağırlanmışlar. Gördükleri ilgi ve itibardan dolayı oldukça memnun kalmışlar. Bu memnuniyetin verdiği güven olmalı ki İngiliz çift sonunda gerçek amaçlarını açıklamışlar.
Biz İngiltere’nin İstanbul Konsolosluğundan geliyoruz. Ermeniler, Birleşmiş Milletler’e başvurarak, Doğu Anadolu’da kendilerinin eserlerinin olduğunu, inanmıyorlarsa gidip yerinde görebileceklerini bildirmişler. Biz bunun için buradayız.
İngiliz Hükümeti, bu asılsız iddiayı araştırmak için bu iki ajanını Ahlat’a göndermiş. Bu bilgiyi alan Ahlat Hükümet Tabibi Dr.Cavit Bey, durumu derhal dönemin Ahlat Kaymakamı Kenan Aybek’e bildirmiş.
Kaymakamlık, bu iki İngiliz ajanına bir araç ve bir de rehber tahsis ederek, Ahlat’taki Dünyanın en büyük İslam mezarlığı olan muhteşem tarihi alanların gezdirilmesini sağlamış.
İngiliz ajanlar, bu asılsız iddiaların gerçek olmadığına kanaat getirerek, gördükleri bu itibarlı günlerinin ardından Ahlat’tan ayrılmışlar. Ayrılırken konuk olarak kaldıkları ev sahiplerini İstanbul’a davet etmeyi ihmal etmemişler.
Dr.Cavit Sezgin Bey,  Ahlat’taki hizmetlerine devam ederken, Ahlat’ın o dönem ileri gelenleri dönemin politikacılarına şikayet etmişler. Bu sırada Cavit bey’in eşi Sevim Hanım sekiz aylık hamile imiş. Dr. Cavit Bey’in tayini sürgün olarak Urfa’nın Viranşehir İlçesine çıkmış. Oraya gidişlerinin hemen ardından hemen Nazan Hanım dünyaya gelmiş.
Nazan Hanım; ben Ahlat’ta doğmadım ama kendimi Ahlatlı sayıyorum. Ahlat’ı hiç görmedim, Ahlat Selçuklu Mezarlığı’nın korunması, geleceğe taşınması için büyük mücadele vermekteyim. Konu ile ilgili olarak çeşitli mercilerle yazışma halindeyim. Bir gün Ahlat’a gitmek ve orada bir konferans vermek en büyük idealimdir, diyor.
Nazan Sezgin Hanfendi, entelektüel bir Türk aydını, bundan böyle yazıları, fikirleri ile Ahlat Gazetesi’nde olacak. Siz değerli okurlara hitap edecek.
Hoş geldiniz, Saygıdeğer Nazan Sezgin Hanfendi.”
İşte böyle bir Ahlat sevdalısıydı Nazan Hanım. Ahlat ile ilgili nerede bir haber çıksa, nerede bir yazı yayımlansa, olumlu olumsuz ne gibi bir gelişme olsa ilk işi bizi bilgilendirmek olmuştur.
Gerektiği zaman olumsuz yanıtlara karşılık vermek için mücadele vermiştir. Ahlat’a toz kondurmamıştır. Ahlat sevgisi ile yanıp tutuşmuştur. Bu sevgisini bildiğimiz için kendisine defalarca Ahlat’a gitme sözü vermemize karşın bu görevimizi yerine getirme şansımız olmadı. Bu yüzden kendisine borçlu olduğumuzu biliyoruz.
Ne var ki Nazan Hanım’ın bu Ahlat sevgisine bizler de onun adına kaldığı yerden devam etme sözü vermekteyiz. Her ortamda, her platformda onu anarak borcumuzu ödeme çabası içinde olacağız.
Nurlar içinde uyu Nazan Hanım…

12 Ağustos 2017 Cumartesi

"BİTLİS SOKAKLARINDA", (VII. Uluslar arası Van Gölü Havzası Uluslar arası sempozyumu; Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı)

BİTLİS SOKAKLARINDA
Çok değil, bundan en fazla 1-2 yıl kadar önce, Bitlis’te böyle bir bilimsel toplantı yapılabileceğini kimse hayal bile edemezdi.
Bitlis Eren Üniversitesi’nin koordinatörlüğünde, İstanbul Üniversitesi, Bitlis Valiliği, Bitlis Eğitim ve Tanıtma Vakfı, Bitlis Belediye Başkanlığı, Taç Vakfı ve Türkiye Mimarlar Odası Van Şubesi’nin katılımlarıyla VII. Uluslar arası Van Gölü Havzası  Uluslar arası sempozyumu mükemmel bir organizasyonla gerçekleştirildi.
Tam tamına, 89 akademisyen, araştırmacı, öğretim görvlisi, gazeteci ve yazarın katıldığı, dört gün süren bu bilimsel toplantıda, gerek Bitlis’in, gerekse Van Gölü Havzası’nın pek çok sorunu, geleceğe yönelik hedefleri, bilimsel bir yaklaşımla masaya yatırılarak tüm yönleriyle mercek altına alındı.
Sempozyumun ilk üç günü, Bitlis Eren Üniversitesi salonlarında, son günü Ahlat Kültür Merkezi’nin yeni yapılan muhteşem salonunda gerçekleştirildi. Bu nedenle de, Ülkenin çeşitli yerlerinden gelen akademik kadro, Ahlat’ın muhteşem Kültür Merkezi binasını görmüş oldular. Bbölgenin gurur kaynağı olan bu merkez. Geniş mekanlar, kütüphane, sergi salonu, konferans salonu büyüledi konukları.
Ahlat Kültür Merkezi’nin yapılma önerisini, 90’lı yıllarda Ahlat Kültür Vakfı tarafından gerçekleştirilen, “Ahlat Kültür Haftası” etkinliklerine katılan akademik heyet tarafından Kültür Bakanlığı’na gönderilen ortak imzalı bir talep tutanağı üzerine yapılmış olduğunun da altını çizmek gerekiyor.
Sempozsumun  ardından, değerli dostum Sayın Dr.Yaşar Kalafat Bey ile Bitlis sokaklarında gezelim diye, konakladığımız Şeyh Muhammed Küfrevi dergahından yola çıktık. Sokakların bakımsızlığını konuşurken, bir anda öğrencilik yıllarımızda, Naci Yılmaz, Mensur Tunç ve Cengiz Çiroğlu ile birlikte kaldığımız evin önünden geçerken, evin harabeye dönmüş hali karşısında üzüntümüzü dile gerirken, resmini çekmeye yeltendik. Karşı köşedeki bakkalın önünde oturan iki kişi tedirgin oldular. Niye resim çekiyorsunuz  dercesine seslerini yükselterek tepkilerini belli etmeye çalıştılar. Yanlarına gelip durumu izah ettik. Bu kez ısrarla bir çaylarını içmemizi istediler, teşekkür ederek ayrıldık.
Eski Yıldız Sinemasının önünden Nur Caddesine doğru yürümeye başladık. Bitlis’in eski halini Sayın Kalafat’a anlatmaya çalışırken, yanımıza yaklaşan bir delikanlı, Bitlis’in eski ve ünlü kişi ve esnafı hakkında bizi bilgilendirdi. Teşekkür ettik.
Eski otobüs terminalinin yanından geçerken Paşa Hamamının önünde bir çocuğun elinde bir olta ile akan Bitlis Deresi’nde balık tutmaya çalışıyordu, yaklaşarak sorduk; Buradan balık çıkıyor mu ki? Yanıtı ilginçti; Evet Abi, dün 20 tane tuttum. Bir dereye baktık, bir de çocuğa, bir daha dereye baktık. Deredeki pislik karşısında, gözlerimize de duyduklarımıza da inanamadık. Eğer bu dere, bu haliyle Bitlis insanına balık veriyorsa, kim bilir temizlendikten, şarıl şarıl akmaya başladıktan  sonra, daha neler neler verir, Allah bilir. Çocuğa resmini çekip, gazeteye koyacağımıza dair söz verdik, sözümüzü yerine getirdik.
İki yanına arabaların park ettiği dar caddeden aşağıya doğru yürümeye başladık, bir süre sonra eski tarihi Belediye Binası’nın önündeydik. Eski Şehir Kulübü ve bitişiğindeki ünlü tüccar terziyi anlatmaya başladım Sayın Kalafat’a. Biraz daha yürüyünce önümüze törehan Serdar çıktı, bizi çay içmeye davet etti. Zamanımızın sınırlı olduğunu belirterek iznini isteyip ayrıldık.
Bir dönemin ünlü ve bir çok kere konuğu olduğumuz, pek çok anımızın olduğu Hürriyet Palas Oteli’nin terk edilmiş binasının önündeydik. Hemen önündeki, yaz akşamlarında damında yattığımız Şafak Oteli ve onun altındaki Şafak Lokantası, buranın sonradan Ankara’da ünlü bir kebapçı olan Nevzat’ın hayali gözlerimde canlandı. Biraz aşağıda Şirin’in Lokantası, camisiz minare, eski sebze hali, hemin önündeki Zülfikar Han ve kasaplar Pasajı, Ulucaminin yanı başındaki buğday pazarı, bitişiğindeki dericiler çarşısı anılarımızda canlandı.
Zaman su gibi akıp gidiyordu, Küfrevi Dergahı’nda sıkı bir kahvaltı yapmamıza karşın, yorulmuş ve acıkmıştık. Büryancılardan birinin önündeki küçük bir alanda masaya oturup büryan siparişi verdik. Bir Alman çift, yemeklerini yerken hissettikleri hazzı dışarıya yansıtıyorlardı. Bu tablo bizi de mutlandırdı. Servis yapan gencin içtenliği ve titizliğinden hoşnut kalmıştık. Dr.Kalafat, büryanın yağlı kısmına fazlaca yönelince, aman dokunmasın diye uyarmak durumunda kaldık. Geçmiş yıllarda yine böyle bir Bitlis ziyareti sırasında, aslen Bitlisli olup, uzun süre ayrı kalan Prof.Dr.Hamza Zülfikar ile İrfan Cenkçi’nin karşılaştıkları duruma düşmemesi için büryanın yağlı bölümlerinden uzak durmasını önerdik.
Büryandan sonra gelenek haline gelen çay içme görevimizi de eda ettikten sonra Bitlis’in eski sebze ve meyve pazarını hızlı adımlarla geçip, Şerefhan Camisi’ne yöneldik. Amacımız buradan da Alemdar Camisi’ne gitmekti.
Sokaktan geçerken bazı eski ve harap olmuş tarihi binaların restore edilmekte olduklarını gördük, ilgilendik, çalışanlarla sohbet ettik. Bu durum bizi mutlandırıyordu, tarihi değerlere sahip çıkmak, onların gelecek kuşaklara taşınması adına yapılan her çabayı kutsal buluyorduk.
Bir süre sonra üzerindeki tabelasında  “Harik Üretim Merkezi” yazan binanın önündeydik. İlgimizi çekti, yüksek ve dik  merdivenlerinin basamaklarını tırmanarak çıktık. Genç bir kız elinde bir defterden harıl harıl bir şeyler okuyordu. Dayanamayıp sorduk; Sahneye koyacakları bir oyunun hazırlıklarını yapmakta olduğunu belirtti, rolünü ezberlemeye çalışıyormuş. Çok hoşumuza gitmişti. Hele bir tiyatro oyununda bir genç kızın rol alması, geçmişle kıyaslanamayacak bir gelişme olarak yüreğimize su serpiyordu. Bizim öğrencilik dönemimizde kız arkadaşlarımızdan bu cesareti gösterebilen biri çıkmadığından, genellikle bu tür rolleri erkek arkadaşlarınızdan biri üstlenirdi. Başarılı olup olmamak bir yana, bir erkeğin kadın rolu oynaması başlı başına ilginç bir tablo ortaya koymaya yetiyordu.
Harik Üretim Merkezi’nden güzel duygularla ayrılmak üzereydik ki, gözümüz yeni restore edilmiş olan binanın detaylarına ilişti. Gözlerimize inanamadık, taşların arası oldukça açık, “ha düştü, ha düşecek” kabilinden ince bir levha halindeki dolgu maddesi eyreti bir biçimde gözlerimizin önünde duruyordu. Bu durumu görünce daha dikkatli gözlerle restore edilmiş olan bölümlere yöneldik. Gördüğümüz manzara karşısında küçük dilimizi yutacaktık nerdeyse.. Restore edilen bölümler Bitlis’in doğa koşullarına dayanamamış olmalı. Hiç de içaçıcı değildi. Arkdaşım Dr.kalafat da bu duruma çok üzüldü.
Restore konularında bildiri sunan akademisyen arkadaşlarımızın anlattıklarıyla, gördüklerimiz birbiriyle örtüşmüyordu. İlk fırsatta bu durumu ilgililere anlatmalıyız diye tutturdu Dr.Kalafat. Basbayağı restore edilmemiş, besbelli restore edilmiş gibi yapılmış. Hiç olmazsa bundan sonraki restorasyon işlerinde böyle bir gaflet yaşanmasın diyorduk. Durumu öncelikle Valiliğe bildirelim diye kararlaştırdık.
Buradan ayrıldıktan sonra Alemdar Cami önüne gelmiştik. Bizi buraya, cami haziresinde yatmakta olan sahabeden şahısların etrafında  oluşan inançlar yönlendirmişti. Bu mekan ile ilgili Sempozyumda dinlediğimiz bildirinin gerçekliğini gözlemek için gelmiştik. Sahabe mezarlarının dışında son yirmi yıl içinde buraya yasal olmayan definler yapılmıştı. Tarihi doku ile bu kabirler uyum sağlayamamıştı. Burada halk inançları ile ilgili bazı gözlemlerimiz de oldu. Ancak görüştüğümüz ilgililer bizden ve sorduğumuz sorulardan  rahatsız olmuşlardı. Gergin ve kuşkulu idiler.
Cami imamının yanında genç bir delikanlı vardı, bizi bir hayli sorguya çekti. Bir türlü ikna olmuyordu, belli ki o da tedirgin olmuştu. O na kartımı verdim ve Bitlisli olduğumu söyledim, bakışları hala ikna olmadığını söylüyordu. Bu genç bizi test etmek için, oradan ayrılışımızın hemen ertesinde e-posta ile uzunca bir ihtiyaç listesi gönderdi. Bu listede onlarca kitap, bir diz üstü bilgisayar vardı. Eğer bunları kendisine gönderirsek roman yazacağını belirtiyordu. Yanıt vermeyince telefonla aramaya başladı, ısrarla ihtiyaçlarının karşılanmasını istiyordu. Dakikalarca konuşarak kendisini ikna etmeye çalıştım.
Bak sevgili kardeşim, ben de senin gibi Bitlis’ten yokluklar içinde geldim. Hiç kimseden yardım ve destek almadan, kendi çabamla okudum, meslek sahibi oldum. 45 yıla yakın bir süre Devletime hizmet ettikten sonra, doğduğum topraklara döndüm, acaba bundan sonra ne gibi bir katkım olur diye buralarda gözlem yapıyorum. Sen de yapabiliyorsan öyle yap, bu olursa şunu yapacağım, şöyle olursa böyle yapacağım gibi sözlerle inandırıcı olamazsın. Ama sen, ben bunu yaptım diye ortaya çıkarsan, yaptıklarınla orantılı olarak destek de bulabilir yardım da görebilirsin. Hayaller, varsayımlar değil, gerçekler insanları ikna eder. Uzun konuşmaların ardından  bana yapacakları yerine yaptıklarını göndereceği konusunda anlaşmaya vardık:
Alemdar Cami görüşmesinden sonra biraz ilerideki çay ocağında oturduk, çaylarımızı yudumlarken, Bitlisli bir arkadaşımızı gördük. Bizi sıcak karşıladı, yakınlık gösterdi, çay paramızı ödedi, yemeğe davet etti. Teşekkür ettik, madem yemeğe gelmiyorsunuz, o zaman ben de sizi Şeribey Tepesi’ne çıkarayım dedi, bunu sevinçle karşıladık. Biraz bekledik, gidip arabasını aldı geldi. Şeribey Tepesine doğru yola koyulduk. Tam oraya gelmek üzereyken yol  çalışması yapıldığını gördük. Başbakan’ın Bitlis’e gelme olasılığına karşı ilgililer Şeribey Tepesi’nin yolunu yapıyorlardı. Çalışmaların arasından  zorlukla tepeye varabildik.
Karşımızda muhteşem bir manzara vardı, resimler çektik, ileri boyuttaki çevre kirliliğini üzülerek izledik. Ancak Başbakan’ın Bitlis’e gelecek olmasının bu çevre kirliliğinin giderilmesine  bir parça da olsa bir katkı sağlayacağı umuduna kapıldık.
Güzel manzarayı seyrettikten sonra tekrar çarşıya döndük. Dr. Kalafat’ı, Bitlis’ten ayrılmadan önce birer porsiyon büryan yemeye ikna edemedim. Muş Hava Alanından kalkacak olan uçağımız saat 14.00’te havalanacaktı, saat 13.00’te Bitlis’ten Tatvan’a hareket ettik, Tatvan’dan da uçak yolcuları vardı, ancak sayıları fazla olduğu için Havaş’ın aracına sığmadılar. İlgili firma yeni bir araç tahsis etmeye çalıştı, epey bir zaman kaybı oldu. Sonunda bir araç bulundu, kimi yolcuları uçağa  yetişememe endişesi sardı, gerilimli bir ortamda Tatvan’dan hareket ettik.
Güroymak’ta aracın şoförü  kenara çekip durdu, nedenini sorduğumuzda, ikinci aracın gelmediğini ve onu beklememiz gerektiğini söyledi. Yaklaşık 20 dakika bekledik gelen olmadı. Yolcuuların itirazları üzerine kaptan dayanamadı ve yeniden yola koyulduk.
Dr. Kalafat’ın gözlemlerine göre, Havaş araçları Kars’ta olduğu gibi burada da yolculara bilet kesmemişlerdi. Ayrıca ayakta yolcu almaları da dikatimizi çekmişti. Dr.Kalafat da ben de iki Doğulu insan olarak bu durumdan üzüntü duyduk.
Kazasız belasız uçağa yetiştik ve alimen Ankara’ya döndük.
Bitlisi de içine alan Van Gölü Havzası’nda güzel şeyler de oluyor. Bölge akademisyenleri araştırmacılarla birlikte, bölge dışından meslektaşları ile her yıl, Van Gölü Havzası, Ağrı Dağı ve Çevresi gibi adlarla Valilikler,  Yerel Yönetimler, Üniversiteler ve Sivil Toplum kuruluşlarının da desteğini alarak, kültürel etkinlikler düzenliyorlar. Bitlis’te yapılan restorasyon çalışmaları da bu uygulamaların bir parçasıdır.  Bitlisli işadamlarının Bitlis için hiçbir özveriden kaçınmadıklarını gururla gözledik.

UNUTAMADIKLARIM “Ahlat Kültür Haftası” ve Ahlat Şenlikleri (İlhami NALBANTOĞLU, Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı "AKSAV" Yönetim Kurulu Başkanı)

UNUTAMADIKLARIM
Kibrit kutusu gibi düzgün sıralanmış dükkanlarını, iki tarafı söğüt ağaçlarıyla kaplı yukarıdan parka doğru inen düzgün caddesini, kentin göle en hakim yerinde Kaymakam Kenan Aybek tarafından inşa ettirilmiş, Sürgün Şevket tarafından Yamlardan getirilmiş çimlerle donatılmış, doyumsuz mehtabın seyredildiği güzel parkını unutamıyorum.
Cafer’in lokantasında yediğim taskebap ve kızartmayı, İhsan Azap’ın demli çaylarını, Aziz’in Kahvesini, Yurttaş’ı, Yurttaş’ın Bando takımını, deniz bayramlarını, her deniz bayramında tüm dereceleri kazanarak göğsümüzü kabartan ve tüm kente doyumsuz hazlar yaşatar Naci Akpolat’ı unutamıyorum.
Demirci Hanifi’yi, Behçet Horasan’ı, Resimci İhsan’ı, İmamoğlu İdiris’i, Gardiyan İsmail’i, Acem Celal’i, Keçi İsmail’i, Mecit Usta’yı, Çelebi’yi, Pilot’u, Cafer’in Ali’yi, Ali Koca’yı, Simsar Yusuf’u, Simsar, Selim’i, Durak Usta’yı, Turan Usta’yı, Niyazi Usta’yı,  Abdullah Nalbant Usta’yı, Muhtar Abdurrahman’ı, Berber İdiris’i, Yunus’un Şevket’i, Mustafa Kara’yı, Halil Çavuş’u, Dellal Yaşar’ı, Çöpçü Memduh’u, Kalaycı Hüseyin’i, Terzi Kadri’yi,  Kuyumcu  Ahmet’i, Halil Demir’i, Ziraatçi suat’ı, Doktor Kemal Süzer’i, Savcı Oktay İrdem’i, Şeyh Cesim’i, Kaymakam Mecit Sönmez’i, Yusuf Bey’i, İsa Efendi’yi, Mahmut Hoca’yı, Mevlüt Aydoğan’ı, Devlikli Hilmi’yi, Nalbant Mahmut’u, Kasap Musa’yı, Sebzeci Abbas’ı, Dondumacı Hüseyin’i, Toso Ahmet’i, Akro Mecit’i, Hulusi’yi, Garmuçlu Rüstem’i, Defçi Abdi’yi, Laz Memed’i, Veziro’yu, Aşçı Nusret’i, Şoför Baki’yi, Fırıncı Ein’i, Kor Ömer’i, Hasan Onbaşı’yı, Tunuslu Hamdi’yi, Kahveci Ziya’yı, Tahsildar Hüsamettin’i, Musa Yorulmaz’ı,  Hacıderviş’in Memed’i, Golot İbrahim’i, Ateş Osman’ı, Deli Şükrü’yü, Kahveci Yaşar’ı, Davaz’ı, Küçük Memed’i,  Gando’nun Osman’ı, Gado Hoca’yı, Reşat Çavuş’u, Dırtık’ın Bekir’i, Komsöken Ali’yi, Ejder Gemalmaz’ı, Şoför Yaşar’ı, Yaşar Gemalmaz’ı, Cemil Dayı’yı, Kamil Dayı’yı, Topal Muzaffer’i, Celal Sümer’i, Kürümoğlu’nu, Aslı’nın Ahmed’i, Koğozlu Aslan’ı, Rabia Teyze’yi, Süslü Memed’i, Tahsin Usta’yı, Dr.Nurettin’i, Dr.Nevzat’ı, Resul Çavuş’u, şiir sevenlere ve sanattan anlayanlara doyumsuz hazlar tattıran büyük şair Kazgöl’ü unutamıyorum.
Hanik’i, Hulik’i, Yoğurtyemez’i, Develik’i, Koğoz’u, Abdurahman Gazi’yi,  Soru’u, Merdembaba’yı, Sultanseyit’i, Aktaş’ı, Sütey’i, Bıhbıcık’ı, Çarho’yu, Karga Çayı’nı, Harabaşehir’i, Guştuyan’ı, Cizirok’u, Nazik Gölü’nü, Purhus’u, Kers’i, Madavans’ı, öğretmenlik yaptığım Mezik’i unutamıyorum.
Elcevaz ile yapılan maçlardaki heyecanları, Malazgirt’te verdiğimiz müsamereyi, Bitlis’te en kötü koşullarda kaldığımız öğrenci evlerini unutamıyorum.
Unutamadıklarım sadece bunlarla sınırlı değil, gözümü açıp gördüğüm ve yirmi yıl topraklarında yoğrulduğum, zengin bir kültürün izlerinden beslendiklerim bu kadar değil elbette.
Telden yaptığım arabamı, ağaçtan yaptığım cambaz’ımı, makaradan yaptığım şeytan arabasını, bir türlü çevirmeye doyamadığım çemberimi, buralarda adına topaç denilen deneme’mi, trampetimi, karpuz kabuğundan yaptığım arabamı, beş yaşımdayken denizde boğulduğumu, denizden bir genç kız tarafından çıkarıldığımı, onbeş yaşımdayken evden
kaçtığımı, aşkın ne olduğunu bilmediğimi, sıra arkadaşım Selnur ile bir üst sınıftaki Kirbe’nin aşklarının, küçük bir kentte ne kadar büyük yankı uyandırdığını unutamıyorum.
Kış aylarında, ailelerimizden gizli gizli yıkandığımız Karakol Çeşmesi’ni, iskeleye yanaşan  vapurlara binmek için itişip kakışımızı, iskeleden ayrılan vapur’un halatına yapışıp bir süre açıldığımızı, Ahlat Şenliklerini, Yar Kardeşlerin konserlerini unutamıyorum.
Dönemin Belediye Reisi’nin yolun iki yanındaki söğüt ağaçlarını neden kestiğini, Ahlat Şenliklerini yapmaktan neden vazgeçtiğini, Muzaffer Sayın’ın entelektüel bakışını, son dönemlerde leş kargalarının yem kapmak için tepinmelerini, onurlu ve haysiyetli insanların kenara çekilip, vurguncu, talancı, dalavere dümenci, hazıra konmacı, başkasının emeğine ipotek konmacı, açgözlerin meydanlarda nasıl cirit attıklarını unutamıyorum.
Ahlat Şenliklerinin  açığını kapatmak, yerini doldurmak için bizzat başlattığım “Ahlat Kültür Haftası” nın, sadece kentte değil bölgede yaratmış olduğu coşkuyu unutamıyorum.
Unutamadıklarım daha çok şey var, ancak bunları buraya sığdırmak mümkün görünmüyor. Ama asıl önemli olan bunları hatırlayacak kaç kişinin kalmış olmasıdır.
Tarih tekerrürden ibarettir diyorlar ya, bunları ben unutamıyor muşum kime ne!..
Öyle değil mi?

3 Ağustos 2017 Perşembe

Vakfımız; (Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı) "Türkiye İstatistik Kurumu" (TÜİK) Tarafından TEŞEKKÜR BELGESİ ile Ödüllendirildi.



Kısa adı TÜİK olan Türkiye İstatistik Kurumu; Kurum tarafından 2015 Yılı içinde ülke çapında gerçekleştirilen iş yeri araştırmalarının cevaplandırılması konusunda göstermiş olduğumuz işbirliği ve destekten dolayı 
"Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı" 
adına bir TEŞEKKÜR BELGESİ ile Vakfımızı ödüllendirmiştir.